Samipaşazade Sezai
1860 yılında İstanbul'un Taşkasab semtindeki bir konakta doğdu. Babası Sami Paşa'nın himayesinde bulunan ve belli aralıklarla toplanıp kasideler, gazeller okuyan şairlerin arasında yetişti. Burada özel bir öğrenim gören Sezai; henüz küçük yaştayken Arapça, Farsça, Fransızca ile bilirkte üstatlarından tarih ve coğrafya dersleri de aldı.
Gençlik yıllarında özellikle Namık Kemal ve Abdülhak Hamit'in etkisinde kaldı. Namık Kemal'in Avrupa'ya firar etmesi, devrin tüm gençlerini olduğunu gibi Sezai'yi de etkiledi ve bu dönemde onu örnek aldı.
Henüz çocuk sayılabilecek bir yaşta, on dört yaşında iken muharrirliğe başladı. Bir yazısını yayımlanmış olarak görmek, on dört yaşındaki Sezai'nin en büyük tutkusuydu. Bu tutkusunu, şu sözlerle dile getiriyordu: O zaman ondört yaşında idim. O genç gönlü sevdây-i matbuat nâ-kaabil-i mukavemet aşkıyle imlâ ve istilâ etmişti. Bir muharrir olmak, imzasız olsun iki-üç satırlık bir yazımı gazetede matbû görmek benim için hayata değer bir ikbâl idi. On dört yaşında iken insan hiçbir şeyden şübhe etmez. Kendimde o kadar kifayet-i tahririye, herkeste o kadar takdir-i hayr-hâhâne görüyordum ki eğer imzalı uzun bir makale ile bir sabah birdenbire zuhur ediversem, bütün erbab-ı matbuat bu muharrir-i nev-nüvisi gayet nâzikâne sözler, kibarâne takdirler, âlî-cenâbâne alkışlar ile kabul eyleyeceklerinden şübhe etmiyordum. Ah çocukluk!.. Fakat gazeteye nasıl yazmalı? Pederim gözyaşları ile ettiğim istirhama karşı bile mümkin değil izin vermiyor; hattâ yazdığım şeyleri umumun değil, kendisinden başka kimsenin görmesine müsaade etmiyordu. İşte pederi edib olan on dört yaşındaki zavallı muharrirler böyle bed-bahttırlarl.. Bu memnuiyet esnasında içine bir kelime bile dercettiremiyeceğim gazeteleri kemâl-i hasret ve mahrumiyetle okuduğum zaman kurşun hurufla matbû olan o satırlar kalbime dokunarak yaralardı.
Neşrettiği ilk yazısı, Maarif isimli makalesi oldu ve Kamer gazetesinde yayımlandı. Gazetenin kapanması üzerine Sezai makale yazmaya devam etti ve on beş yaşına geldiğinde İttihad-i İslam ve Terakki adlı makalelerini İttihad gazetesinde neşretti.
O vakte kadar kaleme aldığı tüm yazılarında Namık Kemal'in etkisi görülüyordu lakin henüz kendisiyle tanışmamıştı. On sekiz yaşına geldiği sırada Namık Kemal'in Magosa'dan dönmesi üzerine üstadını ziyaret etti ve bundan sonra Fuzuli, Nef'i, Nedim gibi divan şairlerinin eserlerini de okuyarak farklı sanat değerleri kazanmaya başladı.
On sekiz yaşındayken ilk matbu eseri olan Şir adlı tiyatro eserini neşretti. Yirmi yaşına gelene kadar Kamer ve İttihad gazetelerinde makale ve piyesler yayımlasa da asıl şöhretini Çamlıca'nın kırlarını, akşamlarını, Boğaz manzarasını tasvir ettiği Çamlıca adlı makalesi ile elde etti. Lakin bundan hemen sonra babasını kaybetti. Babası Sami Paşa'nın vefatı, onun çin tesellisiz bir acı idi ve Sezai, o dönemde neşriyat hayatından bir müddet uzaklaştı. Uzaklaşma süreci, ona bir ilham kaynağı oldu ve Pederimin Mezarında başlıklı mensuresini kaleme aldı.
Babasının vefatının üzerinden altı ay geçtikten sonra Londra Elçiliği İkinci Kâtipliği ile görevlendirildi. "İnsan seyahatinde, bâ-husus ilk seyahatinde çantasına kalbinden de bir şey kor." diyen Sezai, Londra seyahati öncesinde çantasına Victor Hugo'nun Les Contemplations, Lamartine'in Meditations Poetiques, Alfred de Musset'nin Nuits adlı şiir kitaplarını koydu. Büyü hevesle gittiği Londra ona pek de memnun olacağı bir hayat sunmadı. İçinde İstanbul'a, özellikle Çamlıca'ya karşı büyük bir hasret büyüdü.
1885 yılında Londra'daki görevinden istifa etti ve İstanbul'a döndü. 1885 ile 1901 yılları arasında geçen süre, Sezai'nin sanat hayatının en verimli ve en olgun yılları olarak kabul edildi.
Bu yıllar içinde, 1889 yılında basılacak olan Sergüzeşt adlı romanını hazırladı. Sergüzeşt'in neşrinden sonra manevi sıhhatini bozan bir hicran hâline düştüğünü dile getiren Sezai, 1892 yılına gelindiğinde hikâyelerini Küçük Şeyler adı altında neşretti. Bu yıllarda sosyal ve siyasi bir baskı altında olan Sezai, neşriyatının da baskı altında olduğunu fark etti. Tüm bunlar, Sezai için hayran olduğu İstanbul'u yaşanılamaz bir yere çevirdi. Nihayetinde Paris'e kaçma kararı aldı.
Avrupa'ya kaçmanın yollarını ararken tanıdığı bir zat ona; bir hafatay kadar Anadolu sahillerinden gelip Galata Rıhtımı'ndan geçerek Marsilya'ya varacak olan bir vapurun haberini verdi. Karşılığında 130 altın teslim etmeyi kabul ederek planı uygulamaya koyuldu. Vapurun hareketinden bir gece öncesinde Beyoğlu'ndaki Luxembourg Gazinosu'nun sokağa bakan penceresinin yanında akşamüzeri hazır bulunacak, sokaktan cebinde kırmızı mendil olan bir kadın geçecek ve Sezai, bu kadını uzaktan takip ederek nereye giderse peşinden gidecekti. Talimatlara uydu ve 1901 yılının mayıs ayında Marsilya yolu ile Paris'e kaçmayı başardı.
Meşrutiyet'in ilanına kadar da orada kaldı. İstanbul'a döndüğünde Madrid Elçisi olarak görevlendirildi. Birinci Dünya Savaşı başlayınca Madrid'den İsviçre'ye geçti, savaşın sonuna kadar burada kaldı. Mütareke devrinde emekli olarak İstanbul'a döndü (1921). Son yıllarında kendisine, Büyük Millet Meclisinin kararıyla "Hidamat-ı vataniyye tertibinden" maaş bağlandı (1927) ve 26 Nisan 1936 tarihinde İstanbul'da öldü.
Kaynak: ABDULLAH, Fevziye. Sami Paşazade Sezai. Türkiyat Mecmuası, 1958, 13: 1-30.https://www.elipskitap.com.tr/yazar/samipasazade-sezai/https://www.elipskitap.com.tr/urun/serguzest/