Necib Âsım Yazıksız
29 Aralık 1861’de (h. 1277) Kilis’te doğdu. Babası Balhasanoğlu diye tanınan bir sipahi ailesinden Hacı Asım Bey, annesi ise Gülşah Hanım’dır. Türk bilgini, dilcisi ve milliyetçisi olan Asım Bey ilk ve orta tahsilini memleketinde tamamladı. Daha sonra 1875 yılında Şam Askerî İdadisine kaydoldu, buradan da Kuleli Askerî Lisesine geçti. Eğitimine devam ederken meşhur matematikçi ile tanıştı ve ondan çeşitli konularda dersler aldı. Yine dönemin ünlü şahsiyetlerinden Ahmet Mithat Efendi’nin takdirlerini kazandı ve onun teşvikiyle Tercüman-ı Hakikat gazetesine imzasız bilimsel yazılar yazdı. Asım Bey 1879’da Harbiye’ye girdi ve 1881 yılında piyade teğmeni rütbesiyle mezun oldu. Mezuniyetinin ardından önce Umum-i Harbiye 5. Şubesi’ne, sonra Koca Mustafa Paşa Askerî Rüştiyesi Fransızca öğretmenliğine tayin olundu. Bir sene sonra da Üsküdar Toptaşı Askerî Rüştiyesine atandı. Buradaki görevinden sonra bilimsel eserler yayımlamaya başladı. 1884 yılında üsteğmenliğe yükselmesiyle Maarif Nezareti tarafından Fatih ve Galata rüştiyeleri Fransızca öğretmenliğine tayin edildi. Öğretmenliğe devam ederken Maarif ve Mektep dergilerinde dil üzerine ve çeşitli konularda yazıları yayımlandı. 1895 yılında da İkdam gazetesinde yazmaya başladı. Bu dönemde Türkçülüğün önemli temsilcilerinden kabul edilen Veled Çelebi ile tanıştı. Veled Çelebi ile beraber İkdam gazetesini Türkçülüğün merkezi hâline getirdi. 1895’te merkezi Paris’te bulunan Asya Cemiyetine (La Société Asiatique) üye oldu. 1896’dan sonra Malumat gazetesinde de yazıları yayımlandı. 1899’da Kuşdili Rüştiyesine nakledildi. 1901’de binbaşı ve Harbiye öğretmeni oldu. Tarihe ve dile ait birçok eser yayımlayan Necip Asım Bey, 1908’de yarbaylığa yükseldi. Vatan hizmeti için müfreze komutanı olarak Balkan Harbi’ne katıldı. Bu harpte birtakım kumandanların kötü tedbirleri ve hainlikleri sebebiyle birçok zabitler beraber esir edildi. Askerlik hayatı boyunca çeşitli askerî ve mülki okullarda Fransızca, Türkçe ve tarih hocalığı yaptı ve albay rütbesine yükseldikten sonra, 1913 yılında emekli oldu.
Paris’te faaliyet gösteren Asya Cemiyetindeki bilimsel çalışmalarına takdir nişanesi olarak 1892’de Chicago’da açılan sergide kendisine bir madalya ve diploma takdim edilmiştir. Bu özellikleriyle Türkiye ile Avrupa bilim dünyası arasında bir köprü oluşturan Necip Asım Bey’e ayrıca 1925’te ilk, orta ve yüksek öğretime mensup hocalar arasında fazilet mükâfatı verilmiştir. Meşrutiyet Dönemi’nden sonra İstanbul Üniversitesinde Türk tarihi ve Türk dili dersleri vermeye başlayan Necip Asım Bey, 1927 yılında yapılan seçimlerde Erzurum milletvekili olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girdi. Siyasi faaliyetlerinin yanı sıra Türk Dil Kurumunun çalışmalarına da katıldı. 1934’te Soyadı Kanunu’ndan sonra Yazıksız soyadını aldı. 13 Aralık 1935’te Kadıköy’deki evinde vefat eden Necip Asım Yazıksız, Sahra-yı Cedit Mezarlığı’na defnedilmiştir. Vasiyeti üzerine mezar taşına “Necip Asım, Türk Tarihi Müellifi, 1861-1935” ibaresi yazılmıştır.
Türkçülüğü
Necip Asım, daha Şam İdadisinde okuduğu sırada Suriye’de bazı çevrelerde Türklere karşı takınılan menfi tavırlar yüzünden erken yaşlarında kendisinde millî şuur uyanmıştır. Mektep dergisindeki bir makalesinde Arapların, Türkleri memlekette yabancı gibi gördüklerini, kır kahvelerinde Arapça bilenlerin beş, bilmeyenlerin on paraya kahve içtiklerini, Arap hocalarının kendisine zulmettiğini ifade etmiştir. Bu gibi durumlar Necip Asım’ın Türkçülük üzerine daha titizlikle eğilmesini sağlamıştır. Türkçülüğün bilinçli bir anlayış hâline gelmesinde dil, edebiyat ve tarih sahalarını içine alan bilimsel ve büyük bir görüş olarak meydana çıkmasında Necip Asım’ın çok önemli bir rolü olmuştur. Tanzimat edebiyatı devrinde Ahmet Vefik Paşa, Süleyman Paşa ve Şemsettin Sami ile dil ve tarih konularında başlayan bu akımı, Necip Asım ve arkadaşları yoğunlaştırmış ve yaygınlaştırmışlardır. Daha sonraları Ziya Gökalp tarafından sistemli bir ideoloji ve heyecanlı bir ülkü şeklinde ortaya konan Türkçülük akımının, Servet-i Fünun edebiyatı zamanında en büyük temsilcileri Necip Asım, Veled Çelebi ve Emrullah Efendi olmuştur. Bu isimler Ahmet Cevdet’in çıkardığı İkdam gazetesi etrafında toplanmıştır; bunun tesiriyle gazete isminin altında “Türk Gazetesidir” ibaresi düşülmüştür. Necip Asım ve arkadaşları bu minvalde millî ruhun canlanması için gayretler göstermişler, Türk diline ve tarihine karşı ilgi ve sevgi uyandırmak maksadıyla çalışmalar yapmışlardır. Osmanlı Devleti bünyesindeki Türk olmayan unsurlarda, milliyetçilik hareketlerinin çok önceden uyanmış olduğu bir devirde Türkler arasında, milliyetçilik fikrî akımının kuvvetlenmesine Necip Asım ve arkadaşlarının önemli katkılar sağlamıştır ve bu katkılarıyla söz konusu şahsiyetler daha sonraları büyük bir fikir hareketi ve bilinçli bir ülkü hâline gelen Türk milliyetçiliğinin öncüsü olmuşlardır. Necip Asım’ın Şam’da görevli bulunduğu sırada Araplara bir tepki olarak doğmuş olan millî duyguları, daha sonra bir önceki nesilden Ahmet Vefik Paşa ve Şemsettin Sami’nin eserlerinden aldığı feyiz ve Avrupalı Türkologların kitaplarıyla temas, onda bu duygunun şuurlu bir fikir ve ilmi bir görüş olarak gelişmesini sağladı. Ahmet Mithat, Veled Çelebi ve Emrullah Efendi’yi tanıması da Necip Asım Bey’in hayatına önemli tesirleri olmuştur. Necip Asım Türk Tarihi adlı eseri ile ülkemizde ilk defa olarak bir tarih kitabı isminde Türk kelimesini kullanmıştır; ona gelinceye kadar bunun yerine hep Osmanlı tabiri kullanılmıştır. Necip Asım Türk dili ve tarihini bir bütün olarak ele almış, Osmanlıları başlangıç kabul etmemiştir. Türk tarihinin çok eski devirlere uzandığını ve çok geniş bir coğrafyaya yayıldığını görmüş, çalışmalarında bu gerçeklikten ayrılmayarak dış Türklerin dili ve kültürü ile de ilgilenmiştir. Ona ve arkadaşlarına Türk kelimesini eski harflerle -vav harfi ile- yazdıklarından dolayı “Vavlı Türkler” denilmiştir. Necip Asım, Türk kelimesini “vav” ile yazmalarının sebebinin ise “etrakı bi idrak” (idraksiz, anlayışsız Türkler) terkibine meydan vermemek olduğunu ifade etmiştir. Necip Asım, sade Türkçeyi ve hece veznini müdafaa etmiş, musiki bahsinde de Türkçü bir görüş ileri sürmüştür. Ona göre, millî musiki olan halk musikisinin Batı tekniği ile birleştirilmesi gerekliliğini savunmuştur. Resim konusunda da millî ruha önem verilmesini, halk motiflerinin esas alınmasını, nakışların canlandırılmasını istemiştir. Necip Asım bütün faaliyetlerinde daima Türkçülük prensibinden hareket etmiştir.
Tarihçiliği
Necip Asım Bey, tarihî eserleriyle, milliyet duygularının yerleşmesine çalışmıştır. Millî bilincin uyanması ve millî ruhun canlanmasında ön planda tutulan tarih çalışmalarında Necip Asım Bey’in eserlerinin dili sadedir; sanatlı ve külfetli değildir. Eserlerinde Batı’nın bilimsel yöntemlerini kullanmıştır ve başvurduğu kaynakları da göstermiştir. Eserlerinin başka bir özelliği de sadece vakalardan ve padişahların hayatından bahsedilmeyip millî hayatın anlatılması, medeniyet ve kültür tarihine de yer verilmesidir.
Necip Asım’ın tarih konusundaki en mühim kitabı, Leon Cahun’un Asya Tarihine Giriş adlı eserinden alınan Türk Tarihi’dir. Bu eser, Ziya Gökalp’in dediği gibi her tarafta Türkçülüğe karşı bir ilgi uyandırmıştır. Mehmet Arif’le yazdıkları Osmanlı Tarihi, Orhan Bey devri sonuna kadar gelebilmiştir. Tamamlanamayan bu kitapta da giriş olarak eski Türklerden bahsedilmiştir. Necip Asım’ın tarihe dair başka eserleri, Fransız tarihçisi S. Julien’den çevirdiği Tukyular (Türkler) hakkında tarihî vesikalar ile Herodot’tan naklettiği Sitler adlı kitap ve Sahabeddin Ahmed’den tercüme ettiği Celaleddin Harzemşah’tır. Ayrıca ilk Osmanlı tarihçileri ve eserleri hakkında araştırmaları da bulunmaktadır. Necip Asım’ın Türk tarihine ilgi uyandırmak amacıyla hazırladığı başka bir kitap da yine Leon Cahun’dan biraz değişikliklerle çevirdiği Gök Sancak adlı romandır. Bu romanda Cengiz devri anlatılmakta ve Türk Birliği fikri üzerinde durulmaktadır. Bu eserler bugün bilimsel değerlerini yitirmiş olsalar da yayımlandıkları dönemde millî duyguların doğmasında ve kuvvetlenmesinde payları büyüktür.
Türk Diline Katkıları
Daha harp okulunda öğrenci iken Ahmet Mithat Efendi’nin çıkardığı Tercüman-ı Hakikat gazetesinde bilimsel yazıları yayımlanan Necip Asım’ın yazılarının Türkçülük alanına yönelmesinde, Ahmet Cevdet’in çıkardığı İkdam gazetesi etkili oldu. Türkçülük çizgisi belirgin olan ve isminin altında “Türk Gazetesidir” bulunan bu gazetede yazmaya başlayan Necip Asım, gittikçe Türk tarihine, diline, etnografyasına yönelmiş ve etkili olmuştur. Hatta şöhreti Avrupa'ya kadar yayılmıştır. Dile ait iddiaları dikkatleri çekmiştir. Türkçenin sadeleşmesini savunsa da tam bir tasfiyeci kimliğe bürünmemiştir. Bu konuda şunları dile getirmiştir:
“Yazmak istediğim, özendiğim şey, Türkçemizin mütemeddin bir kavim lisanı olduğunu ve terakkiyyatına himmet olunursa bugünkü Avrupa lisanlarından aşağı kalmayacağını ispattı. Hatta safi Türkçe birkaç makale yazışım da o maksada mebni idi. Bunu görenler, lisanımızdan bütün Arabiden, Farisiden, Avrupa dillerinden aldığımız kelimeleri çıkarıp yerine Çağataycadan, Kıpçakçadan, Özbekçeden, Azerbaycancadan vesaireden kelime koymak istiyorum sandılar... Yine tekrar ederim, fikr ü nazarım hiç de öyle değildir. Özendiğim şey bugün Osmanlıların, ammahani ya terbiye ve malumatı orta hâlli olanlarının hepsine yazdığımızı anlatacak bir lisan kullanmaktır. Arabi ve Farisiden aldığımız kelimelerin lüzumlularını, taammüm edenlerini çıkarmak lisanı züğürtleştirir. Bunlardan fakat makul bir surette iktibas etmemek öyledir. Hatta Avrupa lisanlarından da almamakta taassup göstermek yine öyledir.”
Avrupa üniversitelerinde filoloji incelemeleri ve mukayeseli dil araştırmaları, XIX. yüzyılın sonlarına doğru, ciddi, gerçek ve müstakil bir bilim dalı olarak yer bulmuştur. Ülkemizde ise dil bilimine ilk olarak Şemsettin Sami ilgi göstermiştir. Ondan sonra da Necip Asım Yazıksız bu alana yönelmiştir. Meşrutiyetin ilanından sonra 1909’da Darülfünun’a Türk lisanı hocası tayin edilmiştir. Üniversitelerimizde ilk olarak lengüistiğe yer vermiştir ve bu bilimin yerleşip gelişmesini sağlamıştır. İstanbul Darülfünununda Türkoloji bölümünü kurmuş ve Türk dili tarihi kürsüsünün ilk profesörü olmuştur. Türk Yurdu, sonra Türk Tarih Encümeni Mecmuası adını almış olan Tarih-i Osmanî Encümeni Mecmuası, Darülfünun Edebiyat Fakültesi Mecmuası, İkdam, Musavver, Malumat, Servet-i Fünun, Bilgi, Millî Tetebbular Mecmuası ve Türkiyat da dâhil olmak üzere birçok dergi ve gazetede bilimsel yazılar ve makaleler yayımlamıştır. Ayrıca kitaplar yazmış, çeviriler yapmıştır. Avrupa’daki bilimsel değeri olan dergilerde yazıları çıkmıştır. Veled Çelebi ile birlikte Ali Şir Nevai'nin Muhakemetü'l-Lugateyn adlı ünlü eserini yayımlamış, esere şairin bir biyografisini de eklemiştir. Ayrıca ön sözünü de yazmıştır. Necip Asım Yazıksız’ın Macarların Peşte’de çıkardıkları Keleti Szemle adlı dergide Balhasanoglu ve Balkanoglu imzasıyla yazıları yayımlanmıştır. Fransızca yayımlanan bu yazılarda Anadolu ağızlarıyla ilgili araştırmaları bulunmaktadır: Ayrıca Paris’te çıkan Journal Asiatique adlı dergide La Versifcation National Turque adlı bir makalesine yer verilmiştir. Kaynaklara göre, onun teşvikleriyle İkdam Kütüphanesi adı altında pek çok faydalı eseri bastıran Ahmet Cevdet, Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”sini ve Kamus-ı Türkî’yi yayımlamıştır.
1890’dan sonra Necip Asım’ın Türkçülük yönü daha da belirginleşmiştir. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, Türk Derneğinin kurucularından biri olmuştur ve derneğin başkanlığına getirilmiştir. Bu yıllarda, Türk Yurdu dergisinde de yazılar yazmaya başlamıştır.
ESERLERİ
Orhun Abideleri:
Bu eserde Orhun Abideleri’ni incelemiştir. Kitabeleri ilk defa okuyan W. Thomsen’in eserini esas almıştır. Thomsen ve Radloff’un açıklamalarını göz önünde tutmuştur. Ayrıca Şemsettin Sami’nin daha önce hazırladığı ancak basılmamış Orhun Abideleri adlı eserden de faydalanmıştır.
Necip Asım iki Orhun yazıtını tercüme etmiş, daha önce de En Eski Türk Yazısı adlı risaleyle Göktürk alfabesini tanıtmıştır. Ancak bu eserde Z harfi ile N harfi birbirine karıştırılmış, İ ile P yanlış yazılmış ve metin naklolunurken birçok isim bozulmuştur. Yine de ilk defa olarak Göktürk alfabesini tanıtması hasebiyle oldukça önemlidir. Necip Asım, Orhun Abideleri’nin ilk bölümüne Orhun Mahkûkâtı ve Eski Türkler başlığını atmıştır. Bu başlık altında dünya milletleri arasında bazen dostluklar, bazen de anlaşmazlıklar meydana çıktığı, birbiriyle uyuşamayan milletlerin birçok kusur isnat ettiği üzerinde durulmuş; Türklerin de harp ettikleri ülkeler aynı medeniyet, mezhep ve lisanda bulunmadıkları için birçok millet tarafından böyle bir muameleye maruz kaldığını belirtmiştir. Giriş niteliğindeki bu bölüm Türklerin medeniyetten yoksun, yerleşim alanlarını tahrip eden bir kavim olduğu iddialarını bertaraf etmek, aksine Türk milletinin ilk asırlardan beri medeni bir millet olduğunu ispat edecek tarihî abidelerden bahsetmek amacıyla yazılmıştır. Bu bahisten sonra ilerleyen kısımlarda abidelerin bulunuşu ve abideler üzerinde yapılan ilk yayınlar hakkında bilgiler verilmiştir. Bundan sonra gelen başlık “Orhun Abideleri” başlığıdır. Bu başlık altında da abidelerin bulunduğu yer ve abidelerin yazıldığı tasların seklî özellikleri anlatılmıştır. Sonraki “Orhun Türkçesinin Sarf ve Nahvi” başlığı altına yazılanlar ile de Doğu Türklerinde galip unsur Oğuzlar olduğu için Oğuzların en bariz numunesi olan abidelerin diline Orhun dili dediğini belirtilmiştir, ardından Orhun Türkçesinin ses bilgisi hakkında bilgiler verilmiştir. Kitaptaki diğer başlıklar ve bu başlıklar altında anlatılanlar ise şu şekildedir:
Orhun Alfabesi: Orhun alfabesini oluşturan harfler tanıtılır.
Orhun Harflerinin Mevridi: Orhun harflerinin menşesi hakkında bilgiler verilir.
Eski Türk Kitabelerinin Ehemmiyyet-i Tarihiyyesi: Necip Asım Yazıksız’ın W. Barthold’dan alıntılayarak eserine koyduğu bölümdür.
Kitabın ikinci kısmında Orhun Abideleri’nin metin ve tercümesine yer verilmiştir ve dipnotlarla çeşitli açıklamalarda bulunulmuştur.
Pek Eski Türk Yazısı:
Necip Asım Yazıksız’ın Orhun alfabesiyle ilgili eseridir. Giriş bölümünde içeriği “Bu kitabın mündericatı, Orhun Vadisi’nde iktidarlı bir hükûmet teşkil eden Şark Türklerinin 1300 bu kadar yıl evvel rekz eyledikleri bir abide üzerindeki yazılarının elifbasından ibarettir.” şeklinde ifade edilmiştir. İlk olarak En Eski Türk Yazısı adıyla basılmıştır. Orhun Abideleri eserindeki Orhun harfleriyle ilgili bölümde bu kitaptan yararlanılmıştır.
Ural ve Altay Lisanları:
Bu eserin giriş bölümünde dil bilimi, sonrasında dil aileleri ve yapı bakımından diller konuları işlenmiştir. Ayrıca Ural-Altay dilleri arasındaki bağ incelenmiştir. Özellikle ünlü uyumu üzerinde durulmuş; “Ünlü uyumu nedir?”, “Ünlü uyumunun aslı ve önemi nedir?”, “Ural-Altay dilleri arasında ünlü uyumu bulunmasından nasıl bir sonuç çıkarılabilir?”, “Ural-Altay dillerindeki bu uyum eski mi yoksa yeni midir?” sorularına cevaplar aranmıştır. Bundan sonra da Ural-Altay dillerinin özelliklerinden biri olan kelime çekimi konusu ele alınmıştır. Sonraki bölümlerde ise Ural-Altay dilleri hakkında (Samoyed takımı, Fin-Ogur takımı, Türk takımı, Tunguz takımı, Moğol takımı) ayrıntılı bilgiler verilmiştir. Bu kısımlarda Avrupalı Türkologların yaptıkları tasniflerden ve açıklamalardan yararlanılmıştır. Necip Asım Yazıksız eserinin sonunda Türkçenin en önemli Ural-Altay dillerinden olduğunu, fakat bu konunun çok büyük bir öneme sahip olmasından dolayı ayrı bir kitapta değerlendirileceğini belirtmiştir.
Hibetü’l-Hakayık:
Necip Asım Yazıksız, Edip Ahmet Yükneki’nin Ayasofya Kütüphanesinde bulduğu Atebetü’l-Hakayık adlı eserini, Hibetü’l-Hakayık adıyla neşretmiştir. Kitap iki bölüm olarak hazırlanmıştır. Birinci bölümde eserin tenkitli metni, günümüz Türkçesiyle ifadesi ve açıklamalar bulunmaktadır. Bölümün sonundaki ekte Necip Asım Yazıksız, açıklama ve çevirisini verdiği metnin burada şekil bilgisi üzerinde duracağını ifade etmiştir. Ayrıca bundan sonra yayımlamayı düşündüğü muhtelif lehçelere ait eserlerde de bu yönteme göre hareket edeceğini belirtmiştir. Necip Asım bu gibi çalışmaların, ileride meydana getirilmesi arzu edilen Türkçenin Mukayeseli ve Tarihî Sarf ve Nahvi’ne esas teşkil edeceği fikrindedir.
Ayrıca şunları ifade etmektedir: “Bizim burada göstereceğimiz sarf ancak Hibetü’l-Hakayık’ta gördüğümüz kelimelerin şekline aittir. Bu eserin mevzusu pek dar olduğundan Uygurcanın hâline dair bize tam bir fikir veremez. O eksikleri ileride neşrine çalışacağımız diğer eserler ve bilhassa Kutadgu Bilig tamamlayacaktır.” Birinci bölümünün sonuna bir de lügatçe konmuştur. İkinci bölümde ise Ayasofya Kütüphanesinde yer alan metnin tıpkıbasımı bulunmaktadır.
Eski Savlar:
Bu eserde Divan-ü Lügati’t-Türk’te geçen 290 atasözü ve bu mahiyetteki diğer sözlerle bunların şerhleri ve bazılarının bugünkü karşılıkları bir araya getirilmiştir. Ayrıca kimi yerlerde savlarda yer alan kelimelerle ilgili açıklamalarda da bulunulmuştur. Eski Savlar, Edebiyat Fakültesi Mecmuası’nda yayımlandıktan sonra kitap hâlinde basılmıştır. Savlar, Divan-ü Lügati’t-Türk’te bulundukları sayfaların sırasına göre tasnif edildikleri için eserde alfabetik sıralamaya riayet edilmemiştir. Ayrıca savların imlaları da Divan-ü Lügati’t-Türk’tekinden farklıdır.
Necip Asım Yazıksız eserine neden Eski Savlar ismini verdiğini kitabın başında örneklerle açıklamıştır. Buna göre öteden beri Arapça ve Farsçadan birçok kelime alınmıştır. Fakat bu kelimelerin birçoğunun manası, bu iki milletteki ediplerin kullandıkları manadan daha başkadır; aslında bu durum bütün dünya dillerinde böyledir. Ancak bunlar içinde göze batacak kadar çirkin, büyük hatalarımız da vardır ki bunları düzeltmemiz gerekir. Atasözü anlamında kullandığımız darbımesel buna örnektir. Bu terkipteki mesel “atalar sözü” ve darb “irat etmek” demektir. Bunun çirkinliği ise meydandadır; hâlbuki eski Türklerde buna bir tek kelime olarak sav denmektedir.
Yeni Usul Osmanlı Sarfı:
Bu eser soru cevap şeklinde düzenlenmiş bir ders kitabıdır. Kitapta dipnot şeklinde verilen temrin adlı alıştırmalarla öğretmenlere kılavuzluk edilmiştir.
Necip Asım Yazıksız’ın diğer eserleri:
Ziyâ ve Harâret (İstanbul 1304); Güvercin Postası (İstanbul 1305, askerlikle ilgili); Ferîd (İstanbul 1306, Fransızcadan çeviri); Yeni Tertip Muhtasar Osmanlı Sarfı (İstanbul 1306, 1308); Ev Kızı (İstanbul 1307, çocuklar için faydalı bilgiler); Muhtasar Osmanlı Nahvi (İstanbul 1308); Lugat-ı İlmiyye ve Fenniyye (İstanbul 1308, Hasan Tahsin’le birlikte); Osmanlı Sarfı (İstanbul 1310, 1313); Sitler (İstanbul 1310; İskitler’le ilgili); Mükemmel Sarf ve Nahv-i Osmânî (İstanbul 1311); Ural ve Altay Lisanları (İstanbul 1311); Lugat-ı Musâhabet (İstanbul 1311); Kitap (İstanbul 1311; kitap sevgisinden, kitabın meydana gelmesi için gerekli olan şeylerden, yazı, kâğıt, kitapçılık ve kütüphane gibi konulardan bahseder; haz. Türker Acaroğlu, İstanbul 1992 [sadeleştirilmiş]); En Eski Türk Yazısı (İstanbul 1315; Wilhelm Thomsen ve F. W. Radloff’un jübileleri şerefine, Pek Eski Türk Yazısı adıyla 2. bsk. 1327); Türk Tarihi (İstanbul 1316); İlm-i Lisan (İstanbul 1327); Gök Sancak (İstanbul 1327, L. Cahun’dan çeviri); Millî Aruz (İstanbul 1329); Hibetü’l-Hakåyık (İstanbul 1334); Osmanlı Tarihi (İstanbul 1335, Mehmed Ârif’le birlikte); Eski Savlar (İstanbul 1338); Orhun Abideleri (İstanbul 1340); Bektaşi İlmihâli (İstanbul 1343); Celâleddîn-i Harzemşah (İstanbul 1934, A. Nesevî’nin Moğol istilasına dair eserinin çevirisi)
Kaynak: Murathan Mezgitli “Necip Asım Yazıksız’ın ‘Türklerin Tarihi Umumisi’ Adlı Eserinin Transkripsiyon ve Değerlendirmesi”, Yüksek Lisans Tezi.