Halil Cibran
Halil Cibran, 1883’te Osmanlı Lübnanı’nda, hristiyan Maronit mezhebine bağlı bir cemaatin yaşadığı bir dağ köyü olan Bişari’de dünyaya geldi. Yetenekli bir çocuktu ve küçük yaşlarından itibaren yazıp çizmeye başlamıştı. On iki yaşındayken annesi diğer kardeşlerini de alarak ABD’ye göç etti; ancak babası tek başına anayurtta kaldı. Aile önce Boston’a, birkaç yıl sonra da New York’a yerleşti. 1897’de Cibran babasının isteğiyle Lübnan’daki bir mederesede eğitim görmek üzere tek başına yurduna geri döndü. İki yıl boyunca Beyrut El-Hikme Koleji’nde Arap edebiyatı konusunda eğitim alan yazar, daha sonra bir daha geri dönmemek üzere ABD’ye geri gitti. Cibran’ın yetenekleri çok genç olmasına rağmen dikkat çekiyordu. Boston’da resim ve edebiyat konusunda kendisine öğretmenlik yapacak olan F. Holland Day ile tanıştırıldı ve Day aracılığıyla kendisine önemli bağlantılar sağlayacak Boston sosyetesi içinde ün yaptı. 20 yaşındayken annesini kaybetti ve ressam ve bundan sonra ressamlığını ve yazarlığını geliştirmek için gereken desteği abalsından gördü. En ateşli destekleyicilerinden biri de Cambridge’de kızlar için özel bir okulun yöneticiliğini yapan Mary Haskell oldu. Cibran ilk sergisini 1904’te Boston’da açtı. İlk kitabı El-Muzik (Müzik) bir yıl sonra yayımlandı. Bunları iki öykü kitabı ve bir kısa roman izledi. 1908-1910 arasında Paris’te resim okurken August Rodin’in öğrencisi oldu. 1912’de New York’a yerleşti ve kendisini resme ve edebiyata adadı. Kitaplarında aşkın konularla ilgilenmesine karşın resimleri özellikle birbirlerine girmiş çıplak insan motifleri üzerine kuruluydu. Cibran ilk edebi yapıtlarını anadilinde vermişti; bu yapıtlar modern Arap edebiyatının gelişiminde önemli bir yere konulur. Yazar, aynı zamanda ABD’de yayımlanan Arapça dergiler için de birçok deneme ve makale kaleme almıştır. 1918’den başlayarak yazı dilinde İngilizce’ye doğru bir kayma başladı ve dönemde etkili olan avangard akımlara uygun olarak Cibran Amerikan şiirinde devrimci bir etki yaratmaya girişen şairlerden biri oldu. 1918’de aforizmalardan ve İncil’deki üslubu yansılayan mesellerden oluşan, düzyazı ve şiiri birleştiren ince bir cilt halinde Deli’yi yayımladı. Özellikle anayurduna felaket getirenleri ve insanlığı tehdit edenleri lanetlerken, genel olarak peygambervari bir üslup kullandı. Üslubu, güzelliği ve tinselliği birleştiriyordu ve kısa zaman içinde bu üslup Batı’da ‘Cibrancı’ olarak anılmaya başladı. “Ben kendime yabancıyım. Dilimin konuştuğunu işitiyorum; ama kulaklarım bu sese yabancı. Gizli benliğimin güldüğünü, ağladığını, küstahça korktuğunu görebilirim ve bu yüzden oluşum oluşuma hayran kalabilir ve bu yüzden ruhum ruhuma yanıtlanmak için yalvarabilir. Ama bilinmez, gizli, sisle örtülü ve sessizlikle maskelenmiş kalır.” Cibran 1920’de Arap yazarları bir çatı altında toplamayı hedefleyen ‘Aribitah’ (Kalem Bağı) adında bir dernek kurdu ve klasik muhafazakar Arap edebiyatını devrimci biçimde dönüştürmeyi hedefleyen hareketlere destek verdi. Yeni düşünceler için en önemli kanallardan biri Cibran’ın da yazılarıyla katıldığı New York’un ilk Arap gazetesi El Magar oldu. Bu gazetede birlikte yazdığı arkadaşlarından özellikle Mikail Nuaima’nın eleştirel yazıları, şiirsel ifadede özgürlüğün yolunu açmak bakımından etkili oldu. Cibran’ın yazdıklarının önemli bir bölümü düzyazı olarak kaleme alınmıştı. Yazdıklarını şiir olarak adlandırmak zor olsa da yazar yeni türden bir yaratıcılığın öncülerinden olmuştu. Salma Kadra Ceyyusi 1987’de yazar hakkında şunları yazmıştı: “Her şeyden önce modern, çekici ve özgün bir dil ve yenilikçi, tadını kaçırmayacak ölçüde duyguyla dolu bir imgelemle yazan Cibran’ın ritmi kulağa büyü gibi gelir; sorgulamalarıyla, tekrarlarıyla ve çağrısıyla sarhoş edicidir. Ölü kitlelerle ve alışkanlıklarla hadım edilmiş ancak sevgi, iyi niyet ve kurucu eylemle geri getirilebilecek bir dünyaya ilişkin görüsü okurlarının kavrayışlarını derinleştirdi ve hayata ve insana bakışlarını aydınlatmıştır” Halil Cibran alkolizmin hızlandırdığı bir karaciğer hastalığı nedeniyle 10 Nisan 1931’de New York’ta öldü. Ölü bedeni anayurduna, doğduğu köye geri götürüldü ve mezarının bulunduğu yerin yakınlarında adını taşıyan bir müze açıldı. Cibran vasiyetinde kitaplarından gelecek bütün geliri bu köye bağışlamıştı. “Ruhlar sevinçlerinin ışığında yükselirken benim ruhum ihtişamla kederin karanlığında yükselir. Ben senim, Gece! Ve sabahım geldiğinde benim devrim de bitecektir.” Cibran’ın en çok tanınan yapıtı, kısmen otobiyografik öğelerden oluşan yirmi altı şiirsel denemeden oluşan ve yirmiden fazla dile çevrilmiş Ermiş’tir. Kitapta on iki yıl yabancı bir şehirde yaşamış olan bir ermiş kendisini yurduna götürecek olan bir tekneye binmek üzereyken kendisinden hayatın hikmetlerini öğrenmek isteyen ahali tarafından durdurulur. Ermişin verdiği yirmi altı vaazın amacı dinleyenleri özgürleştirmektir. Ermiş 1960’ların karşı kültür akımları içinde bir tür rehber haline gelmiş ve 1980’lerde yükselen yuppi hayat tarzlarına karşı bir tepki olarak yeniden popülerleşmiştir. Kitap farklı dönemlerin eleştirmenleri tarafından sık sık ele alınmıştır. Kitabın mistik metinleri günümüzde nikah törenlerinde hala okunmaktadır. Cibran’ın sebest vezinle yazılmış ve üç titanın insan kaderi üzerine söyleşilerini konu alan Dünya Tanrıları adlı kitabı da Ermiş kadar olmasa da oldukça sevilmiştir.