Grigory Petrov
6 Şubat 1866 tarihinde, Petersburg’a bağlı Yamburg kasabasında doğdu. Babası, bir meyhane garsonuydu.
1891 yılında Petersburg İlahiyat Akademisinden mezun oldu ve din görevlisi olarak atandı. Görevi, yalnızca kilise ile sınırlı kalmadı; Mihaylov Harp Okulu, Aleksandrov Lisesi gibi okullarda dersler verdi. Hatip, gazeteci ve hoca vasıflarıyla ünü yayıldı; bunun üzerine prensleri eğitmesi için Çarlık ailesi tarafından saraya davet edildi. Bir süre sonra fikirleri kilise yöneticilerini rahatsız etmeye başladı zira ortaya koyduğu düşünceler L. N. Tolstoy’a oldukça yakındı; bu sebeple okullarda kendisine atanan dersler elinden alındı ve kilisedeki görevi de sonlandırıldı. Tüm bunları takiben saraydaki işinden de ayrılmaya mecbur bırakıldı ve kilise yönetimi tarafından takip altına alındı.
1907 yılında, zararlı gazetecilik faaliyetlerinden dolayı Petersburg’a yakın bir manastıra sürgün edildi. Burada bulunduğu süreçte halk arasındaki ünü gittikçe arttı ve manastırdaki günlerinde Rusya’dan milletvekili olarak seçildi. Çağdaşı D. Bojkov’un görüşüne göre G. Petrov, “Rusya’nın en önemli adamı” olmuştu.
Kiliseden afaroz edilen Petrov’a karşı dava açıldı ve bunun sonucu olarak din görevliliği mesleğinden ihraç edildi; ayrıca yedi yıl boyunca Petersburg ve Moskova’da yaşaması yasaklandı, yirmi yıl süreyle de devlet işlerinde çalışmaktan men edildi. Petrov 1908 yılından itibaren Finlandiya ve Kırım’da ikamet etti, sık sık yurt dışına çıkarak çeşitli yerlerde konferanslar verdi.
Petrov’un kitapları, Balkan ve Avrupa ülkelerinde çevrilip basıldı; böylece yazar, yurt dışında da tanındı. Fikirleri bu coğrafyalardaki birçok din adamı, gazeteci ve yazar tarafından kabul gördü.
1920 yılında Kırım’da bulunduğu dönemde, ülkeyi terk eden Denikin Ordusu mensuplarının bulunduğu son gemiye yalın ayak ve üzerindeki pijamayla binmeyi başardığı öne sürüldü. İstanbul’dan geçti ve kısa bir süre Gelibolu’da kaldıktan sonra bir grup Rus göçmeniyle birlikte Yugoslavya Krallığına ulaştı. O yıllarda bu ülkede dört adet kitabı yayımlandığı için aydınlar tarafından tanınmaktaydı, bu nedenle Yugoslavya Krallığına gelir gelmez yöneticiler tarafından büyük ilgiyle karşılandı. Nihayetinde Belgrat Üniversitesine profesör olarak tayin edildi. Burada yoğun bir çalışma temposuna girdi ve tüm ülkeyi gezerek çeşitli konferanslar verdi. G. Petrov, tahminlere göre 1920’den 1925 yılına kadar, orada geçirdiği yaklaşık dört buçuk sene içinde 1.500 konferans verdi.
Bu yıllarda arkadaşlıklarını sürdüren G. Petrov ile D. Bojkov, sürekli olarak mektuplaşmaya ve yardımlaşmaya devam ettiler. Yazar, bazı eserlerinin el yazmalarını yayımlanmak üzere Bulgaristan’a gönderdi ve bu durum, Yugoslavya Krallığındaki belli çevreleri rahatsız etti. Petrov, bir gazete yazısında “Bulgar İspiyoncu” olarak adlandırıldı. Bu gerçek dışı suçlamalar, zaten hasta olan yazarı çok daha derinden etkiledi.
1925 yılında sağlık durumu kötüleşmeye başladı. Mide kanserine yakalandı ve ameliyat olmak üzere Paris’e gönderildi ancak 18 Haziran 1925 tarihinde hayatını kaybetti. Bıraktığı vasiyet üzerine naaşı yakıldıktan sonra külleri Pançevo’daki eşine teslim edildi.
Ölümünün üzerine eşi Zinaida İvanovna Krasnova, bir mektubunda D. Bojkov’a şunları yazdı: “G. S.’nin ruhu sizde yaşamaya ve parlamaya devam etmektedir. Keşke G. S. bunu bilebilseydi veya hissedebilseydi!”
G. Petrov’un Bulgaristan’daki başarısı, Türkiye’ye göç eden Bulgaristan Türklerinin aydınları sayesinde ülkemize de taşındı. G. Petrov’un Türkiye’de tanıtılması konusunda en büyük katkısı olan A. H. Taner (1883-1956) ilk olarak “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”, ardından “Mefkureci Muallim” (Eser, daha sonra Ülkücü Öğretmen adıyla çıkmıştır.) adlı kitapları piyasaya sundu.
G. Petrov’un “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı eseri, Yugoslavya Krallığında, Bulgaristan’da ve Türkiye’de en çok beğenilen ve okunan kitabı sayıldı. Eser, Türkiye’deki neredeyse tüm aydınların dikkatini çekti.
Millî Talim ve Terbiye Reisi Mehmet Emin Erişirgil, Hayat dergisinin 74 sayısında basılan yazısında Beyaz Zambaklar Ülkesinde hakkında şunları belirtti: “…Elimde olsa Haydarpaşa-Ankara arasında seyahat eyleyen her bir yolcunun eline bu kitabı verir, bu eseri okuttururken bir taraftan da civarda toprak yığınından ibaret olan köylere baktırırdım. Muallim olsaydım çocuklara bulunduğum şehirlerin kenar sokaklarını gezdirirken evler içinde konuşulan sözleri onlara tekrarlarken Grigori Petrov’un kitabından sahifeler okurdum. Kumandan olsaydım zabitlerimin müçtemi bulundukları mahfillere bu kitabın bazı sahifelerini kopya eder ve asardım. Fikirlerin emel ve hayat üzerine müessir olduğuna çok kuvvetle inandığım için bu kitaplardan neticeler beklerdim. (…) Bu sahifeler bizim için baştan aşağı bir programdır… Birtakım köylerde daha senelerce muallim bulundurmak imkânını elde edemeyeceğiz. Onun için köylülerimizin ekserisi ilk ve hakiki terbiyesini kışlada alacaktır. Finlerin kışlalarına soktukları ruh aynen bizim emellerimizi de hülasa ediyor…”
Kaynak: Zeynep Zafer, “Rus Yazarı Grigoriy Petrov’un Sürgün Dönemi Eserleri”, Karadeniz Araştırmaları,Cilt: 6, Sayı: 23, Güz 2009, s.141-155.