Émile Zola
2 Nisan 1840’ta Paris’te, Rue Saint-Joseph Caddesi’ndeki sıradan bir evde doğdu. Annesi, Fransız Émilie Aubert’ti. Babası; Francesko ailesindne, asker olan ve birçok hizmette bulunmuş bir İtalyan’dı. Zola, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Babası, hiçbir zaman borçlarını ödeyemedi. Babasını küçük yaşta kaybetti. Babasının ölümünün ardından ailesiyle, hep aynı sebepten dolayı, birçok kez evlerini taşımak zorunda kaldı.
Önce eşyalarını satarak yaşamla mücadele etmeye çalıştı. Ailesi, borçlarını ödeyemedi ve her seferinde daha mütevazı bir eve taşınmak zorunda kaldı. İleride bu mütevazılığın son noktası olan, hayat kadınları ve kadın tüccarlarının bulunduğu, polislerin de sık sık kontrole geldikleri bir ev oluşturdu.
Çok küçük yaşlardan beri cılız bir görünüme sahip oldu. Çocukluğu yüksek ateşten, bağışıklık sisteminin çökmesine kadar çok çeşitli hastalıklar içinde geçti. Bu hastalıkların da etkisiyle zaten cılız vaziyette olan Zola, neredeyse bir kız çocuğu görünümü kazandı.
Çocukluğunda başından geçen önemli bir olay, beş yaşındayken Mustapha adında bir Arap çocuğu tarafından cinsel tacize uğraması oldu. Yaşamış olduğu bu tecrübe, yaşamının ilerleyen dönemlerinde sanat görüşünün belli noktalardaki odak noktasını oluşturdu. Zola’nın Notre-Dame’daki pansiyonda süren kaygısız yaşamı; annesinin, şehir komisyonunu Zola’nın babasının vermiş olduğu hizmetlerin karşılığı olarak Émile Zola’ya burs vermeye ikna etmesiyle son buldu. Dış görünüşü, maddi yetersizliği ve bozuk Fransızca aksanı okulda alay konusu oldu. Sanat hayatında esin kaynağını oluşturacak başka bir tecrübe de böylece gerçekleşti.
Collège Bourbon adlı okulda yatılı olarak okudu. Okula ilk başladığında başarı konusunda sınıfın en altında olmasına rağmen özellikle bilimsel konularla ilgili derslerden başarı ödülü alacak kadar kendini geliştirdi. Yedinci sınıfta iken sanat ve özel hayatında çok şey paylaşacağı Paul Cezanne ve onun yakın arkadaşı Jean Baptistin Baille ile tanıştı. Okul zamanı pekişen bu arkadaşlığın neticesinde çevresi onlara “ayrılamaz üçlü” dediler. Bu arkadaş grubuna daha sonradan Zola’nın müziğe olan ilgisi nedeniyle yakınlaştığı Louis Marguery de katıldı.
Maddi yetersizlikler ve ailesinin durumu nedeniyle ailesiyle evlerini taşımak zorunda kaldı. Gittikleri yerde yeni bir okula başladı, daha önceden yaşadığı sorunları burada da yaşadı. Hayatı yazarlık yaptığı dönemlerde bile maddi sıkıntılarla geçti, ailesinden bağımsız yaşayıp onlara yük olmak istemedi. Bunun için iş bulması gerekti. Baba mesleği olan mühendislik ya da avukatlık onun isteyebileceği meslekler olsa da girdiği sınavlar neticesinde bu seçenekler gerçekleşmedi. Daha sonradan bir fotokopicide tezgâhtarlık yaptı, koşulların elverişsizliğinden dolayı buradan ayrıldı.
Fransa’daki natüralist edebiyat akımına öncülük etti. Aix’te bulunan küçük bir tiyatroda, çoğu kez ilk sırada oturarak bazen bir oyunu çok defa izlediği oldu. Hatta La Tour de Nesle’yi on sekiz kere izledi. Bu esnada roman okumayı da ihmal etmedi. Roman okuma konusunda da sınırlarını zorladı, 1854’te ülkede baş gösteren kolera salgınında ailesi ile birlikte kısa süreli kalmak üzere gittiği yerde bir kütüphanede genel kültürünü büyük ölçüde geliştirdi. Yaşlı anneannesi, Zola’ya okuması için kitap yetiştiremedi. On dördünü doldurduğunda Dumas, Eugene Sue, Paul Feval gibi birçok popüler yazarın ulaşabildiği bütün kitaplarını okudu. Aynı yıl yavaş yavaş şiirin büyülü etkisine kapılmaya başladı.
Eserlerinde, toplumu bütün gerçekliliğiyle yansıtmaya çalışan ve yazarın öncelikli görevinin de bu olduğunu düşünen bir edebiyatçı olsu. Toplumu bir hasta olarak gördü ve toplumsal sorunları kaleme alarak onları tedavi etmeye çalıştı. Bu hastalık aslında toplumun tarihî gelişimini ve imparatorluğu da içine aldı. Toplumu bilinçsiz ve kör olarak değerlendirdi. Toplumun gerçekleri görme çabasının da Fransız toplumunda gerçekleşen bu kötülükleri görmezden gelmek olduğunu düşündü.
Yakın arkadaşlarıyla birlikte; Cezanne, Baille ve Hugo’yu tanımalarının ardından bir sene kadar Hugo’yu kendilerine üstat edindiler. Onun önemli kişiliği üzerlerinde büyük etki bıraktı; birçok mısrasını ezbere, gönülden okudular ve hayatı onun bakış açısıyla gördüler. Romantik akımı âdeta Hugo’da hissettiler. Arkadaşlarıyla birlikte Musset’i keşfetmelerinin ardından, onların yeni üstadı Musset oldu. Hugo onlara artık yabancı gelmeye başladı, Musset’i ağabeyleri olarak gördüler. Hugo ve Lamartine’den farklı olan romantizmden etkilendi, derin insanlık anlayışıyla hayran oldular. Musset’i okudukça ona olan hayranlıklarının boyutu değişti ve yine Musset ile romantizmin melankolisini en derinden yaşadılar.
Zola’nın öğrencilik hayatında da yaşadığı bu romantizmin etkileri görülmektedir. Hocaları, yazmış olduğu kompozisyonu eleştirirken onun fazla romantik olduğunu söylediler. Bu esnada Cezanne ve Baille’ye atfederek birkaç şiir kaleme aldı, sonrasında üç bölümden oluşan bir şiir komedisi yazdı. Yazdığı şiirlerden bir başkasında da Napolyon’a seslendi. Bu süreçte, Crusades hakkında bir roman yazdı ve kafasında dünya tarihini anlatan destansı bir şiir yazma fikri doğdu.
Öğrencilik hayatında Cezanne ve Baille ile gezintilere çıkan Zola, bu esnada doğayla iç içe oldu ve kafasında doğanın gerçeğini sorgulayan birçok soru oluştu. Hemen hemen bütün genç yazarların kafasında yer eden bu tür sorular, diğer yazarlardan farklı olarak Zola’yı daha çok etkisi altına aldı. Bu sorulara cevap ararken birçok yazarı okudu ve fikir edinmeye çalıştı, aynı zamanda kendi yazınına da devam etti. Kendine hitap eden edebî yolu bulmadaki çabaları boşa gitmedi ve 1880’de edebiyata yeni giren bir akım olan natüralizme öncülük etti ve eserlerini de buna yönelik verdi.
Yatak odasındaki bacadan sızan zehirli gaz nedeniyle 29 Eylül 1902’de boğularak vefat etti.
Eserleri:
1.Thérèse Raquin (1967),
2. Rouganlar’ın Yükselişi (1869),
3. Tazı Payı (1871),
4. Paris’in Karnı (1873),
5. Plassans Papazı (1874),
6. Rahip Mourent’in Günahı (1875),
7. Son Excellence Eugene Rougon (1876),
8. Meyhane (1877),
9. Bir Aşk Sayfası (1878),
10.Nana (1880),
11. Deneysel Roman (1880),
12. Medan Geceleri (1880),
13. Apartman (1882),
14. Au Bonheur Des Dames (1885),
15. Germinal (1885),
16. I’Oeuvre (1886), Toprak (1887),
17. Hülya (1889),
18. Hayvanlaşan İnsan (1890),
19. I’Argent (1891),
20. Bozgun (1892),
21. Çözülme (1892),
22.Doktor Pascal (1893),
23. Roma (1896),
24. Döl Bereketi (1889),
25. Paris (1898),
26. Emek (1901),
27. Vente (1903).
Kaynak: Özgür Koçak, Emile Zola’nın Thérèse Raquın ve Mehmet Rauf’un Eylül Romanlarındaki Evlilik, Aldatma Ve Pişmanlık Konularının Analitik Olarak Karşılaştırılması, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Eskişehir 2007.